BASIN VE HALKLA İLİŞKİLER MÜŞAVİRLİĞİ
BASIN VE HALKLA İLİŞKİLER MÜŞAVİRLİĞİ


BAKAN ÖMER ÇELİK: “ÖTELENMİŞ BÜTÜN KİMLİKLERİN KENDİNİ GELİŞTİRMESİNE OLANAK SAĞLAMALIYIZ.”

 
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının Genel Kurul’daki görüşmelerinde yaptığı konuşmada, Bakanlığının Anadolu coğrafyasındaki bütün kültürlere ait unsurları korumayı ve yaşatmayı ödev bildiğini vurguladı.
 
Kültürel hayatın milletin geleceği ve bu ülkenin çocuklarının bekası olduğunu vurgulayan Bakan Ömer Çelik, “O sebeple bu meseleyi ne kadar siyasi rekabetin dışında, ne kadar siyasi husumetin dışında tutarsanız o kadar bu ülkeye hizmet etmiş olursunuz.” dedi.
 
Devletin Yazılımını Oluşturan, Milletin Bekasının Yörüngesini Çizen Kültürdür
 
“Burada hem komisyondaki bütçe tartışmalarında hem de Genel Kurul’da kültür nedir, kültür kavramı neyi kapsar ve nasıl anlaşılması gerekir diye çok verimli tartışmalar oluyor. Doğrusunu söylemek gerekirse bu tartışmalardan fevkalade mutlu oluyorum. Buna bağlı olarak da kültürün baskı altına alınması, kültüre ideolojik bir kılıf giydirilmesi gibi tartışmalara yol açılıyor, bununla da ilgili çeşitli görüşler söyleniyor, hepsiyle ilgili görüşmelerimi paylaşacağım sizinle.
 
Kuşkusuz devletin istikrar ve kalıcılığı açısından, herhangi bir devletin ve milletin tarihi içerisinde yürüyüşü açısından devletin yazılımını oluşturan şey, milletin bekasının yörüngesini çizen şey kültürdür.
 
Bakın bir devletin hayatı içerisinde yükseliş dönemleri vardır, çöküş dönemleri vardır. Zaman zaman bakarsınız devletler savaşa girer galip gelirler, zaman zaman mağlup olurlar. Devletin ordusu yok edilebilir, büyük bir zarara uğratılabilir, donanması yok edilebilir, ama belli bir müddet sonra güçlü bir millet, güçlü bir devlet her türlü şartın üstüne çıkarak kendi ordusunu, donanmasını yeniden kurabilir.
 
Zaman zaman devletlerin başkentleri bombalanır, bütün kurumsal altyapıları yok edilir, ekonomileri çökertilir; fakat tarih içerisinde yürüyüşü büyük olan devletler ve milletler kendi ekonomilerini ve kurumlarını yeniden inşa edip ihya edebilirler.
 
Tabii bunu yapanlar var, yapmayanlar var, örneğin ordusu yok edildiği zaman yok olan milletler var, bir daha tarih sahnesine çıkamamışlar. Ekonomik olarak çöktüğü zaman yok olanlar var, ama bir de bütün bu felaketlere rağmen tarih içerisinde yürüyebilen milletler var. Aradaki temel ayrım, dünden bugüne yürüyüşündeki kültürel kodları güçlü olan milletler hangi felakete uğrarlarsa uğrasınlar tarih içerisinde yeniden diriliyorlar. Ama devletin yazılımını, milletin bekasının yörüngesini oluşturan bir kültürel kodu olmayan her millet yok olmaya mahkum oluyor. O sebeple, tarih içerisindeki yürüyüşümüzün ve kalıcılığımızın esasını kültür ve medeniyet kodlarımızın oluşturduğunun farkında olmamız gerekiyor.
 
Devletin yazılımını Anadolu’da var olan bütün kültürler üzerinden kurabildiğimiz oranda ve bunu çoğulcu bir şekilde gerçekleştirebildiğimiz oranda, hem toplumsal barışımızı kurmuş olacağız hem de tarih içerisindeki yürüyüşümüzü pekiştireceğiz.
 
Verdiğim bir örnek vardır, mesela siyasi tarihte Çağatay Devleti diye bir devletin aslında hiç aklımızda kalmaması gerekirdi. Çünkü 30 yıllık bir ömrü olmuştur toplamda ama bugün bu devleti hatırlıyoruz. Niye hatırlıyoruz? Çünkü insanlık birikimi ve tarihi açısından vazgeçilmez bir mütefekkir vardır Ali Şir Nevai. Ali Şir Nevai’yi yok sayarak insanlık tarihini anlayamazsınız, eksik bırakırsınız. İşte Ali Şir Nevai gibi bir mütefekkir Çağatay Türkçesi ile yazdığı için Çağatay Türkçesi de Çağatay Devleti’nin dili olduğu için Ali Şir Nevai sayesinde, onun bıraktığı kültürel birikim sayesinde Çağatay Türkçesini ve onun sayesinde de Çağatay Devleti’ni anıyoruz bugün.
 
Dolayısıyla, bu kültür-devlet ilişkisi devletin tarih içerisindeki yürüyüşünün kültür üzerinden nasıl aktığıyla ilgili çok çarpıcı bir örnektir, ki büyük devletler açısından bu çok daha çarpıcı bir örnektir.”
 
Kültür Bir Milletin Sorun Çözme Kapasitesinin Toplamıdır
 
“Kültürle ilgili pek çok tartışma var, pek çok tanım var, fakat benim en sevdiğim tanımlardan bir tanesi Alman bir filozofun tanımıdır. Der ki: ‘Kültür bir milletin sorun çözme kapasitesinin toplamıdır.’ Yani siz kendi coğrafyanızla ilgili sorular sorarsanız, kendi hayatınızla ilgili sorular sorarsınız, tarihten getirdiğiniz birikimle hesaplaşırsınız ve geleceğe yürümekle ilgili bir vizyon ortaya koyarsanız, bütün bunlar kültür kavramının içerisinde kendisini tanımlar, bu bakımdan en geniş kavramlardan bir tanesidir.
 
Mesela Afganistan’a gittiğimizde orada bize şöyle bir bilgi verilmişti: ‘Burada sadece Türk komutan halkın arasında rahatça, korumaları olmadan gezebiliyor, sadece Türk askerleri gezebiliyor.’ diye. Biz önce Türkiye’den gidildiği, bizim askerimizin Müslüman olduğu için oradaki halkın daha yakın davrandığını düşünmüştük. Ama oradaki komutanın sohbet sırasında bize verdiği bir ayrıntı, bir kültürel kodun aslında bir halkla yakınlaşmak bakımından ne kadar önemli olduğunu gösterdi.
 
Oradaki komutan dedi ki: ‘Ben Afganistan’a geldiğimde verdiğim ilk emir şuydu, bütün askerlere şunu söyledim; halkla konuşurken güneş gözlüğünüzü çıkaracaksınız! Çünkü güneş gözlüğü sıradan insanlar üzerinde bir kibir etkisi yaratır, siz bu insanlarla göz teması kuracaksınız!’ dedim.
 
İşte bu ancak bizim kültürümüzün içinden gelen, bu topraklara ait bir insanın anlayabileceği ve karşı tarafa iletebileceği bir mesajdır. Başka hiçbir asker, hiçbir NATO askeri oradaki halkla konuşurken bu göz temasının gerektiğini ve bu güneş gözlüğünün onlar üzerinde bir kibir etkisi yaratacağını kendi kültürel kodu içerisinden göremez. Ancak bunu Türk askeri görebilir ve oradaki bu uygulaması sayesinde de halkla kaynaşmıştır.
 
Yani gündelik hayatımızdaki en basit davranış kodlarından bugün bahsettiğimiz en temel kültür meselelerine kadar geniş bir alandan bahsediyoruz.”
 
Devletçiliğin, İdeolojik Yaklaşımın ve Radikalizmin Geçerli Olmayacağı Tek Alan Kültürel Alandır
 
“Tabii ki kültür dediğimizde sanat ve siyaset dediğimiz kategoriler birbirinden tamamen ayrı değil, birbirine temas etmeyen alanlar değildir bunlar. İster siyaset, ister ekonomi, ister coğrafya olsun, bütün bunlar tarihsel bir perspektifle bugünle ilgili, bugünün dünyasına söz söyleyecek bir anlayışa oturması gerekir, bu bakımdan da temel yaklaşımın sivillik ve çoğulculuk olması gerekir. Devletçiliğin ve ideolojik yaklaşımın, radikalizmin geçerli olmayacağı tek alan varsa o da kültürel alandır.
 
Bakın Semerkant da, İstanbul da, Nizamiye Medresesi de, Enderun da, Orhun Yazıtları da, Mesnevi de, Hoca Ahmet Yesevi de, Yunus Emre de, Tonyukuk da, Nizamülmülk de, Feqiye Teyran da, Ahmed-i Hani de bizim kadim medeniyetimizin esas unsurları, mihenk taşlarıdır. Bunların hepsinin çizdiği büyük kültürel coğrafya, siyasi ve coğrafi sınırlarımızın ötesinde bir anlam dünyasına ve daha büyük bir coğrafyaya, daha büyük bir medeniyet ufkuna sahip olmamızı sağlamaktadır.
 
Bunlar sayesinde tarih içerisindeki yürüyüşümüzün hangi anında sıkışsak, hangi anında zorlukla karşılaşsak yolumuzu bu referanslardan bir tanesine başvurarak yeniden bulabiliyoruz, yeniden çizebiliyoruz. Bu bakımdan elimizdeki kültürel materyalin her bir unsuru fevkalade kıymetlidir.
 
Modern psikoloji alanında yapılan çalışmalar, bireylerin kendi kişisel geçmişleriyle ilgili olarak ne kadar geriye giderlerse geleceğe dair hayallerinin de o kadar sofistike ve incelikli olduğunu gösteriyor. Bu, kuşkusuz toplumlar için de geçerlidir. Bir toplumun geçmişle kurduğu ilişki onun gelecekle ilgili nasıl bir vizyona sahip olması gerektiğini doğrudan belirleyen bir meseledir.
 
Cemil Meriç’in ‘Tarihi olmayanın tarifi olmaz.’ demesi aynen böyle bir şeydir. Eğer tarihinizle ilgili, kendi geçmişinizle ilgili gerçekçi bir tasavvura sahip değilseniz, gelecek vizyonunuzu da sağlam temeller üzerine oturtamazsınız. Bu bakımdan elimizdeki -bugünlerde yapılan Osmanlıca tartışmaları çerçevesinde de pek anlamlıdır bu- yazma eserler mirasımızın en önemli bölümünü, en kıymetli bölümlerinden bir tanesi oluşturmaktadır.
 
Burada değerli arkadaşlarımız değindiler, kendilerine teşekkür ederim.  Süleymaniye içerisinde bulunan ilk ve tek kitap şifahanemiz kendi yazma eserlerimize hizmet verdiği gibi, aynı zamanda dünyanın pek çok yerinden gelen taleplere de hizmet verecek bir kapasiteye kavuşmuştur ve bunun bu şekilde işlemesinden de büyük bir gurur duyduğumuzu sizlere iletmek isterim.”
 
Ret-İnkar-Asimilasyon Politikalarını Kaldırıp, Ötelenmiş Bütün Kimliklerin Kendini Geliştirmesine Olanak Sağlamalıyız
 
“Tabii burada kültür meselesi konuşulunca doğrudan çoğulculuk kavramıyla ilgili konulara da girildi. Etrafımızda da görüyoruz, çoğulculuk olmadığı zaman, çoğulculukla ilgili bir sorun olduğu zaman önümüze çıkan şey, tek tipçi yaklaşımların bizi getirip bıraktığı yer doğrudan bir vahşettir. Etrafımızda dokuz tane ülke yönetilemez duruma gelmiştir, bu ülkelerin pek çoğunda ağır bir vahşet yaşanmaktadır, bunun temelinde de eline gücü geçirenin, eline silahı geçirenin etnik, mezhebi ya da dini sebeplerle bütün bir toplumu tek bir renge boyama çabası içerisinde olmasıdır.
 
Başkalarına yaşam hakkı tanımayanlar, onların kiliselerini, camilerini bombalayanlar, inanç merkezlerine saldıranlar ve bunu radikalizm adına yapanların amaçladığı tek şey tekelci bir dünya kurmaktır. Bunların hepsinin, hangi dinden, hangi ideolojiden ve hangi ülkeden olurlarsa olsunlar ortak bileşeni, diğer çoğulculuğa karşı olmak, diğer renklere karşı olmak ve tek bir dünya oluşturmaktır.
 
Biz büyük bir gururla söylüyoruz ki, bu çoğulculuğun bu büyük mirasını barındıran bir ülkenin çocukları olarak bunu daha da geliştirmek, daha da ilerletmek konusunda elimizden gelen gayreti gösteriyoruz.
 
Dolayısıyla, Kültür Bakanlığı’nın da bu bakımdan Anadolu coğrafyasında sadece tek bir kültüre değil, bütün kültürlere ait unsurları koruma misyonu burada hem bir hatırlatma olarak, hem bir ödev olarak tekrar tekrar söylendi, biz bunun kendi misyonumuz olduğunu düşünüyoruz ve kültürel hayatımızın da çoğulculuk ve sivillik üzerinden akması gerektiği konusunda kararlıyız.
 
Biz, bütün kimlikleri korumak, kimlikler üzerindeki ret, inkar ve asimilasyon politikalarını kaldırmak, ama sadece bununla da yetinmemek, aynı zamanda geri bırakılmış kimliklerin, ötelenmiş kimliklerin, üzeri örtülmüş kimliklerin kendini geliştirmesine de olanak sağlamak durumundayız.”
 
Turizm Bizim İnsani Diplomasi Stratejimizin Esasının Oluşturmaktadır
 
“Büyük bir öğretmenimiz var, hangi tarihsel mesele önümüze gelse, ne zaman bir kavramsal çıkmaz içerisine girsek kendisine başvurduğumuzda bize o kadim ve bilge yaklaşımıyla çoğu kere yol gösterir, İbn-i Haldun.
 
Büyük öğretmenimiz İbn-i Haldun’un söylediği bir şey var, der ki; ‘Coğrafya kaderdir.’Coğrafyanın kader olması önünüze iki şekilde bir misyon, işlev ve tablo getirir. Ya coğrafyanızın kader olmasını yanlış bir biçimde algılayacaksınız, içe kapanacaksınız, dış dünyayla irtibatınızı keseceksiniz, kendi ayağınızı kendi ülkenizin topraklarına basıp bütün bir evreni seyretmek yerine içe dönük bir yaklaşım üreteceksiniz. Bunu yaptığınız andan itibaren evrensel olanla ilişkinizi kopardığınızda kendi ülkenizin içinde de tekelci bir yaklaşım üretmiş olursunuz ve kendi ülkenizin içindeki farklı kültürlere de yaklaşımınızı koparırsınız. Tek tipçilik, tekelcilik ve baskı rejimi, kültürel hayata dayatma bu çerçevede ortaya çıkar.
 
Ama bir diğerini yaparsanız coğrafyanın kader olmasından kendi ülkeniz, kendi milletiniz için büyük bir misyon üretebilirsiniz. O da şudur: Bulunduğunuz yeri insanlık ailesinin bir parçası göreceksiniz ve bu insanlık ailesinin parçası olmanın sahip olduğunuz coğrafya içerisindeki bütün kültürel unsurlarla, bütün ideolojik kimliklerle, bütün siyasi kimliklerle beraber var olduğunu göreceksiniz ve buradan dünyaya konuşacaksınız.
 
İşte coğrafyanın insana, millete ve devlete hizmet eden bir kadere dönüştürülmesi, coğrafyanın kader olmasının böylesi bir misyona dönüştürülmesi yine burada da insan, millet ve devlet ekseninde çoğulculukla doğru bir ilişki kurulması gerektiğini önümüze getirmektedir.
 
Bütün bunlar aslında; bir milletin hikayesinin anlatılmasıyla ilgili kavramlardır, bir milletin kültür hikayesini oluşturur. Kuşkusuz turizmin de bununla yakın bir ilişkisi var. Bir milletin kendi hikayesini insanlığa anlatması da turizm kavramının esasını oluşturur. Bu bakımdan da turizm aslında bizim insani diplomasi stratejimizin esasını oluşturmaktadır.
 
Bilindiği gibi, gelen yabancı ziyaretçi sayısı bakımından Türkiye 6’ncı sıradadır ve gelirlerini -dünyada gelirler yüzde 3-4 oranında artarken-neredeyse yüzde 10 oranında artırmaktadır. Daha da fazla rakamlara bunu ulaştırmaktadır; hem gelen yabancı ziyaretçi sayısında Dünya Turizm Örgütü’nün verilerinin üstündedir hem de gelirlerin elde edilmesi bakımından böyledir.”
 
Hiçbir Sanat Kurumunun İdeolojik Vesayetle Yönetilmesine Müsaade Etmeyiz
 
“Şimdi burada birtakım şeylerden bahsediliyor. Maalesef birtakım cevaplar verilmesine rağmen bunu sık sık aynı şekilde bazı arkadaşlarımız tekrarlıyorlar, onlara da değinme ihtiyacı hissediyorum.
 
Sürekli olarak bir baskı ve sansür olduğundan bahsediyorlar ve cümlenin arkasına şunu ekliyorlar: Sanat özgür olmalıdır ve sanat ne olursa olsun muhalif olmalıdır. Yüzde 100 katılıyorum, özgürlüğün olmadığı yerde sanat olmaz. Eğer özgürlüğün olmadığı yerde sanattan bahsederseniz o Stalinist güdümlü bir propaganda sistemi olur ya da Hitler’in propaganda Bakanı Göring’in dediği yere gelirsiniz; ‘Kültürden bahsedildiği zaman elim silahıma gidiyor.’ derdi.
 
Sanat kuşkusuz muhalif olmalıdır ama şunu açık bir şekilde söylemek lazım: Muhalefetin de güdümlüsü olur arkadaşlar, sadece iktidarın güdümlüsü olmaz. Yani sadece belli bir çizgiye, belli bir yaklaşıma muhalif olmak, onun dışında statükoya selam çakmak da aslında belli bir çizgiye muhalefet ama başka bir iktidar ilişkisinin güdümü altına girmek olur.
 
O sebeple, evet, şunu hiç unutmamak gerekir, bu cümle önemlidir, bazı arkadaşlarımız söyledi, dediler ki; ‘Gerçek sanat eninde sonunda kazanır.’ Yüzde 100 katılıyorum, ‘gerçek’in de altını çiziyorum. Gerçek sanat eninde sonunda kazanır!
 
Bu sebeple, birileri burada sanatın muhalif olması gerektiğinden bahsederken, sanatı kendi ceplerinde, kendi ideolojik ambarlarında bir unsur olarak görüp de bunun ancak başkalarına muhalefet etmesi gerektiği şeklinde, bizim Cumhuriyet tarihi boyunca gördüğümüz o söz oyunlarına başvurmasınlar. Biz meselenin ne olduğunu biliyoruz.
 
Bakın, şimdi çok değerli bir arkadaşımız dedi ki: ‘Sanat ve kültür faaliyetleri, milli-manevi değerlerimize, milletin hassasiyetlerine ters düşmemelidir, şeklindeki bir söylem bütün totaliter rejimlerin en önemli reçetesidir. Örneğin, Hitler Almanya’sı Musevi olmasalar da işte tüm sanat, edebiyat unsurlarını yasaklamıştır.’
 
Şimdi bu, hani belli değerlere ters düşmesinler, Hitler Almanya’sı gibi bir tartışmanın açılması fevkalade önemlidir. Şimdi ben size kendi tarihimizle ilgili birtakım hatırlatmalarda bulunmak istiyorum.
 
Ben şunu söylüyorum: Sanatçılar hangi ideolojik kimliğe sahip olursa olsun -o beni ilgilendirmez- hiçbir sanat kurumu ideolojik vesayetle yönetilemez. Hiçbir sanat kurumunun ideolojik vesayetle yönetilmesine müsaade etmeyiz.
 
Bakın, burada sık sık sanata siyaset bulaştı deniliyor. Arkadaşlar, şunu herkes bilsin: Niçin Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri bütün sanat dallarını es geçip sadece Devlet Tiyatrolarından ve Devlet Opera ve Balesinden bahsediyorlar? Bir kere daha hatırlatmak isterim; Devlet Tiyatroları ve Devlet Opera ve Balesi benim Bakanlığıma bağlıdır, Cumhuriyet Halk Partisine bağlı değildir.”
 
İnönü Dönemi Kültür ve Sanat Politikalarında Çarpıcı Şeylerle Karşılaşacaksınız
 
“Şimdi bakın, bu dil tartışmaları bağlamında da tek parti döneminde bugün bahsedilen o ideolojik propagandayı yapan iki tane kurum vardı, bunu bütün akademisyenler de söyler. Bir tanesi halkevleridir, diğeri köy enstitüleridir. Bu köy enstitüleri ve halkevleri vasıtasıyla bugün Cumhuriyet Halk Partisi AK Partinin kültür ve sanat anlayışıyla ilgili ne iddia ediyorsa o zaman CHP eliyle yapılmıştır.
 
Bakın, o zaman halkevlerine ve halkodalarına verilen misyon neydi biliyor musunuz? Kitleleri disiplin altına almak ve partinin ilkelerini benimsetmek. Bakın, bu modelin, bunun aynısını biz Hitler ve Mussolini döneminde Almanya ve İtalya’da görmekteyiz.
 
Nitekim Kemal Tahir köy enstitülerinin kurulma sebebini, İkinci Dünya Savaşı koşullarındaeğer Türkiye savaşa girerse savaşa gönderecek insan malzemesi üretmek şeklinde olduğunu söyler ve o zamanki tek partinin köy enstitülerini Alman Nazi Partisi Gençlik Kolları örgütlenmesinden Türkiye’ye uyarladığını ifade eder.
 
Bakın, girin, akademik çalışmalara bakın, üniversitelerde yapılmış çok ciddi çalışmalar vardır, o çalışmalarda hem Türkiye’deki bilim adamlarının hem yabancı bilim adamlarının bu kurumlarla ilgili yaptığı akademik çalışmalara, birtakım yüksek lisans ve doktora tezlerine bakın. Özellikle de herkese tavsiye ederim, Cumhuriyet dönemi kültür ve sanat politikaları diye girin, bir sürü akademik tezle karşılaşacaksınız. Daha spesifik şeyler ararsanız da özel tavsiyem şudur: ‘İnönü dönemi kültür ve sanat politikaları’ diye girin çok daha çarpıcı şeylerle karşılaşacaksınız.
 
Arapça ve Farsça kelimeler ayıklanırken Latin ve Yunan kökenli kelimelerin ikame edilmeye çalışılmasıyla ilgili çok önemli politikalar üretilmiştir. Eğer şu söyleniyorsa, ‘O zaman okuma-yazma oranını artırmak için dilin sadeleşmesine gerek vardı, milletin kültürünü anlaması için’ söyleniyorsa,  peki gelelim, o zamanki yaklaşımlarda aynen şu oluşturulmuş: Mesele, dilin sadeleşmesiyle milletin kendi dilini daha çok anlaması şeklinde bir yaklaşımın ortaya çıkarılması değil.  Aynen yapılan şey şudur: Birinci Maarif Şûrası’nda da dile getirilmiştir, orada getirilen şeyde bu Yakup Kadri’nin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ‘Yeni Yunanilik’ dediği bir akımdır bu. O zamanki milli eğitim bakanları buna hümanizm akımının Türkiye’ye yerleştirilmesi derler; hümanizmle Türk kültürünü buluşturalım ve dünyada bir yer edinelim ve bunun için de Arapça ve Farsça kelimeleri ayıklayalım, onun yerine Latince ve Grekçe kelimeleri yerleştirelim diye.
 
Bakın, 1. Maarif Kongresi’nde Cevat Dursunoğlu aynen bunu ifade eder; ‘İnkişaf için Latince ve Grekçenin öğretilmesi zorunlu hâle getirilmelidir.’ der. Yani bugün Osmanlıca tartışması yapanların bu tartışmaların gerisine gitmesinde bu bakımdan fevkalade fayda vardır, çok sağlıklı sonuçlara ulaşacaklarını düşünüyorum.”
 
“Yandaş Tiyatro”lara Destek Baştan Aşağı Yalandır
 
“Şimdi, bu tiyatro ve baskıdan falan bahsediliyor. Bakın arkadaşlar, Türkiye’de bu kadar destek veriliyor, 227’ye yakın özel tiyatroya destek verilmiş. Arkadaşlarımız diyor ki: ‘Siz kendinize yakın olanlara destek veriyorsunuz!’
 
227 tane tiyatroyu hangi ideolojik kalıba sokacaksınız da -bunlar özel tiyatro tabii- bunları kendi siyasi yaklaşımınız bakımından bir teste tabii tutacaksınız, ondan sonra bir kriter oluşturacaksınız ve bu kriter çerçevesinde de tırnak içerisinde yandaşlara kaynak aktarmış olacaksınız. Bu baştan aşağı yalandır.
 
Bakın, açık ve net bir şekilde söylüyorum, mesele şudur: Bizim kültür ve sanat hayatımız reform konusunda en geride kalmış alanlardan bir tanesidir. Burada birtakım ideolojik muhtarlar var, o ideolojik muhtarlardan ikametgah ilmühaberi almadan o mahallede hayat bulamazsınız. Benim Kültür Bakanı olarak da görevim, o mahallelerde varlık bulmak isteyen genç insanlara, genç sanatçılara, İstanbul’dan Hakkari’ye kadar, Yozgat’tan Samsun’a kadar o ideolojik muhtarlardan ikametgah ilmühaberi almaksızın bu ülkenin kültür ve sanat hayatında rol oynayacakları imkânları sunmaktır.
 
Sansürden bahsediliyorsa, ben size söyleyeyim, bakın 30 Mart 1945 tarihli Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterliğinin bir yazısı. Bakın diyor ki,  Hadi Poyrazoğlu isimli bir tiyatronun Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezinden izinli olmadığı için, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezinden bu oyuna vize verilmediği için oynamasının yasaklatılması ve hiçbir yerde, halkevlerinde oynatılmaması için bütün halkevlerine yazılmış bir yazı vardır, 5/26’ya 13 numaralı yazı. Kendi geçmişinizden bu kadar korkmazsanız açar o yazıyı okursunuz.
 
Şimdi, görmemiz gereken şey şudur, ister geçmiş deyin, ister gelecek deyin, mesele şununla ilgili bir mesele: Eğer siz bugün tamamen iddiasız bir şekilde, birtakım sansürden, baskıdan, dayatmadan, şundan bundan bahsediyorsanız tam bir çoğulculuk isteyeceksiniz, herkes için özgürlük isteyeceksiniz.
 
Öteden beri, bir kere daha kamuoyunun dikkatine sunuyorum, bütün sanat alanlarını es geçip de niye sadece iki tane kurumla uğraşıyorsunuz? Niye sadece bu iki tane kurumu sanki sizin arka bahçenizmiş gibi genel politikaların, Türkiye'de bütün çoğulcu politikaların uygulanması gerektiği gibi, buralarda da çoğulcu politikalar uygulanmasına karşı çıkıyorsunuz?
 
Şu soruyu kamuoyunun dikkatine sunuyorum: Bu kurumları çok özgürlükçü yönettiniz de geçmiş yıllarda niye on yıllar boyunca Necip Fazıl oyunlarını oynatmadınız, niçin? Biz diyoruz ki, Nazım Hikmet de oynansın, Necip Fazıl da oynansın, bütün oyunlar oynansın.”
 
Kültürel Hayatı Ne Kadar Siyasi Husumetin Dışında Tutarsanız O Kadar Bu Ülkeye Hizmet Etmiş Olursunuz
 
“O sebeple, çoğulculuk ve sivillik sadece retorikle halledilecek bir mesele değildir. Çoğulculuk ve sivillik hakikaten bir zihinsel yaklaşım ürünü olduğu gibi aynı zamanda da doğru siyasi politikalar gerektirir. Bakın, kültürel hayat sadece sağcının-solcunun, sadece AK Partilinin, CHP’linin ya da diğerlerinin tekelinde bir hayat değildir. Kültürel hayat bu milletin geleceğidir, bu ülkenin çocuklarının bekasıdır. O sebeple bu meseleyi ne kadar siyasi rekabetin dışında, ne kadar siyasi husumetin dışında tutarsanız o kadar bu ülkeye hizmet etmiş olursunuz. Bu, hepimizin desteklemesi gereken, hepimizin kuvvetlendirmesi gereken bir alandır.
 
Bugün politikalarımız, siyasi hegemonya altındaki alanları bu siyasi hegemonyadan kurtardığı için deniyor ki; ‘Sanata siyaset bulaşıyor!’. Hayır, sanata siyaset bulaşmıyor! Sanat ve kültür üzerinde kurulmuş siyasi hegemonyayı kaldırıyoruz, orada kültürel çoğulculuk getiriyoruz. Sadece bilinenlerin, sadece birtakım ideolojik muhtarların vesayeti altındaki alanların değil;Anadolu’nun bütün çocuklarının bütün kültürlerden, bütün mezheplerden, bütün etnik gruplardan, Anadolu’ya ait bütün kültürlerden gerekli kültürel faaliyeti yapması için gereken desteği vermeye çalışıyoruz; yaklaşımımız budur. Onun dışında kültür alanı tamamen sivil alana bırakılması gereken bir alandır, biz sadece bu alana hami oluruz, bu alanın önünü açarız, bu alanın özgürleşmesi için elimizden geleni yaparız.”
 
(15 Aralık 2014)
 
  • 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının Genel Kurul’daki görüşmeleri
  • 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının Genel Kurul’daki görüşmeleri
  • 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının Genel Kurul’daki görüşmeleri
  • 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının Genel Kurul’daki görüşmeleri
  • 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının Genel Kurul’daki görüşmeleri